“Ya Alpercan, ne açlığı, ne sevgisizliği, ne alaka?” diyebilirsiniz. Ancak konu göründüğünden çok daha derin. Eğer bu yazıyı akademik bir makale diliyle yazsaydım, muhtemelen siz de okumaktan sıkılırdınız. O yüzden, bu konuyu daha samimi bir dille ele almam gerektiğini düşünüyorum, çünkü bu mesele hepimizin hem sağlığını hem de kültürünü etkileyen önemli bir konu.
Eğer bu yazıyı 40-50 yaşında bir birey olarak yazsaydım, muhtemelen “… çocuklarımızın geleceği için…” diye bir ekleme yapardım. Ancak çok şükür ki gencim, çıtırım ve 20’li yaşlardayım; bu yüzden bilmiş bilmiş konuşmaya gerek yok. Yazılarımı ister bir safsata olarak değerlendirin (ki burada kısa bir not düşeyim: Safsatanın ne olduğunu biliyorsanız, teknik olarak uzun bir yazı zaten safsata olamaz), ister uzun bir deneme ya da makale olarak nitelendirin. Ama unutmayın ki yazılarımı kaynaklar göstererek ve bilimsel bir çerçeveye sadık kalarak, sadece kendi tarzım ve dilimle yazıyorum.
Şimdi asıl konuya gelelim: Yemek yeme, insanlık tarihinin başından bu yana temel bir ihtiyaç olarak varlığını sürdürmüş olsa da, modern çağda bu alışkanlıklar çok farklı boyutlara taşındı. Yemek, artık sadece bir karın doyurma aracı değil; aynı zamanda bir kültürel ifade, sosyal statü göstergesi ve hatta duygusal bir kaçış yolu haline geldi. Geçmişte “ah yavrum biz yokluk gördük, yağ kuyruğuna girdik” diyenlerin torunları, bugün “hangi pub’da yeni hangi kokteyli deneyelim” veya “hangi kafe’de yeni bilmem nerenin tatlısını/çikolatasını yiyelim” diye kafa patlatıyor.
Bu değişim, yemek yeme davranışlarımızın ardındaki motivasyonları ve bu motivasyonların bireylerin hayatlarını nasıl şekillendirdiğini anlamayı zorlaştırıyor. Bir tarafta, yemeği bir sanat ve entelektüel bir yolculuk olarak gören gurme bireyler var. Diğer tarafta ise, duygusal tetikleyicilerin etkisiyle sağlıksız yeme alışkanlıklarına yönelen duygusal yiyiciler bulunuyor. Sosyal medyanın bu iki grup üzerindeki etkisi ise denklemi daha da karmaşık hale getiriyor.
Bu makalede, bu iki zıt kutup arasında bir yolculuğa çıkıyoruz. Kemerlerinizi bağlayın! Gözleriniz yorulursa karanlık modu açmayı da unutmayın; siteye onu da ekledim. Bir zahmet okuyup bakış açınızı genişletin. (Bu arada, böyle ukala cümleler kurduğumda bilin ki tamamen mizahi bir havada yazıyorum. Yakın çevrem bunun değerlerle dalga geçmek değil, işin biraz goygoyuna kaçmak olduğunu anlar.)
Yemek: Kültürel Bir Yolculuk mu, Psikolojik Bir Kaçış mı?
Yemek, tarih boyunca bir topluluğun kimliğini, kültürünü ve hatta sosyal statüsünü yansıttı. Özellikle “gurme” olarak tanımlanan bireyler, yemek yemeye bir sanat olarak yaklaşır. Gurme kişiler için yemeğin hazırlanışı, malzeme kalitesi, sunumu ve lezzeti bir bütünlük içinde değerlendirilir. Örneğin, bir gurme, özgün bir tat deneyimi için başka bir ülkeye seyahat etmekten çekinmez.
Ancak burada bir parantez açmam gerekiyor: Bahsettiğim gurmelik, Instagram’da birkaç story atıp çevresine hava atan kişilerin pratiği değil. Fransa’ya gidip, malum kafede kahverengi olmuş, fazla pişmiş bir antrikotu gözümüze sokanlar; “bakın buradayım” dercesine bilmem ne tatlısını 10 farklı açıdan çekip paylaşanlar; ne taşını ne toprağını, ne kültürünü bilmeden iki gün içinde koskoca bir ülkenin tarihini “bitirdiğini” zannedenler… İşte bu kişileri kapsamıyorum.
Dahası, oradaki kültürel zevkleri deneyimlemek yerine, “Five Guys” gibi uluslararası fast food zincirlerinde yemek yiyen ve bunu övgüyle anlatanlara ayrı bir parantez açmak gerek. “Ya Five Guys’a gittik, 1 Euro’ya sınırsız kola dolduruyorsun, fıstık da sınırsız biliyor musun?” gibi cümleleri dinlemek zorunda kalmak, entelektüel damak zevkine sahip bir birey için bir tür işkenceye dönüşebilir. Şahsen, öyle sincaplar gibi fıstıkla uğraşacak sabrım yok. Benim keyfim, entelektüel ve nitelikli bir deneyimden geçiyor.
Şimdi, bu bahsettiğim gurmelik gerçekten havalı bir şey. Ancak gurmelik ile gurmanlık arasındaki fark burada devreye giriyor. Gurme, yemekleri seçerken kaliteyi ve deneyimi ön planda tutar; gurman ise yemek yemenin verdiği keyfe odaklanır. Gurmelik, daha titiz ve nitelikli bir seçicilik gerektirirken; gurmanlık yemeği bir tutku haline getirir.
Her iki yaklaşım da yemek yeme davranışlarını şekillendirir. Ancak sosyal medya, bu süreçte hem gurmeleri hem de gurmanları etkileyen büyük bir faktör haline geldi. Yemek yeme alışkanlıklarımızın bir sanat mı, bir keyif mi, yoksa bir trend mi olduğu, büyük ölçüde bu etkilerle şekilleniyor.
Duygusal Yiyicilik: Duygusal Açlık ve Yeme Alışkanlıkları
Yemek yeme alışkanlıklarının bir diğer boyutu ise duygusal yönüdür. Duygusal yiyicilik, kişinin stres, üzüntü, yalnızlık veya can sıkıntısı gibi olumsuz duygularla başa çıkmak için yemek yemeyi tercih ettiği bir davranış biçimidir. Burada bahsettiğimiz şey, fiziksel açlık değil; tamamen duygusal açlık. Ve maalesef bu durum, genellikle sağlıksız yiyecek tüketimine yol açar.
Bir düşünün, bu tür davranışlar hayatınızın hangi dönemlerinde ortaya çıktı? Belki aşağıdaki örneklerden biri size tanıdık gelebilir:
- İş yerinde zor bir gün geçiren biri, akşam eve döndüğünde kendini rahatlatmak için bir kutu dondurma yer.
- Yoğun stresle boğuşan veya mobbinge uğrayan bir çalışan, ilk molasında soluğu sigara ve kahve ikilisinde alır.
- Sosyal izolasyon hissi yaşayan bir kişi, bu boşluğu doldurmak için sürekli abur cubura yönelir.
- Moral bozukluğu veya depresyon yaşayan bir birey, hamburger ve patates kızartması gibi yüksek kalorili yiyeceklerle kendini “ödüllendirir.”
Duygusal yiyicilik, kısa vadede bir rahatlama hissi sağlasa da, uzun vadede ciddi sorunlara yol açabilir. Obezite, düşük özsaygı ve depresyon, bu tür alışkanlıkların en yaygın sonuçları arasında yer alır. Kısacası, dondurma veya hamburger geçici bir çözüm olabilir; ancak duygusal yüklerinizi kalıcı olarak hafifletmez.
Duygusal yiyiciliğin daha da karmaşık hale gelmesinin bir sebebi de, bu davranışın çoğu zaman farkında olmadan gerçekleşmesidir. Stresli bir günün sonunda “hak edilmiş bir ödül” gibi görünen bir yiyecek, aslında kendinizi daha kötü hissetmenize neden olabilir. Bu döngüyü kırmak, hem duygusal hem de fiziksel sağlığınızı korumak için büyük bir adım olabilir.
Sosyal Medya ve “Çoğunluğun Doğruluğu” Yanılgısı
Günümüzde, elinizde hala eski bir Nokia 3310 yoksa, internete erişiminiz vardır ve az çok bilgiye ulaşmanız kolaydır. Hatta ilgilenmeseniz bile, mutlaka bir yerlerden kulağınıza çalınan bir kavram var: “çoğunluğun doğruluğu.” Bu kavramın doğru mu, yanlış mı olduğunu burada tartışmayacağım; çünkü bu oldukça geniş ve felsefi bir konu. Ancak tartışmasız bir gerçek var: Sosyal medya, yemek yeme alışkanlıklarımızı ve tercihlerimizi etkileyen en güçlü araçlardan biri haline geldi.
Son dönemdeki Dubai çikolatası furyası, bu durumun canlı bir örneği. Instagram ve TikTok gibi platformlarda paylaşılan yiyecek trendleri, popüler restoranlar ve influencer içerikleri, bireylerin damak zevklerini kendi ihtiyaçlarından uzaklaştırabiliyor. Örneğin, “viral” hale gelen bir milkshake, çikolata, sarımsaklı ekmek ya da popüler bir kahvaltı mekanı, lezzet açısından herkesin beklentilerini karşılamayabilir. Çünkü unutmayalım, herkesin damak zevki farklıdır.
Ancak sosyal medya kullanıcıları arasında hızla yayılan “kaçırma korkusu” (FOMO), bireyleri bu mekanlara yönelmeye teşvik eder. Birçok kişi, arkadaşını, sevgilisini ya da flörtünü alıp, 36 ay kredi taksidiyle aldığı telefonuyla “o mekana” gider ve sosyal medyada bunu paylaşır. Bu durum, “çoğunluğun doğruluğu” yanılgısını güçlendirir. İnsanlar, bir şeyin popüler olmasının onun kaliteli olduğu anlamına geldiğini varsayar.
Ne yazık ki, bu varsayım genellikle hayal kırıklığıyla sonuçlanır. Sosyal medya trendlerine kapılarak yapılan tercihler, bireylerin kendi zevklerinden ve damak tatlarından uzaklaşmasına neden olur. Dahası, yemek yalnızca bir ihtiyaçtan ibaret olmaktan çıkar; sosyal statüyü ifade eden bir sembole dönüşür. Yemek, “ben buradaydım” demenin bir yolu haline gelir ve bu süreçte yemeğin gerçek anlamı kaybolur.
Çözüm Yolları: Terapi ve Farkındalık
Duygusal yiyicilik ve sosyal medya etkisiyle başa çıkmanın en etkili yollarından biri farkındalık geliştirmektir. Bu farkındalığın birinci adımı, davranışlarımızın ardındaki duygusal tetikleyicileri tanımaktır. İşte burada, özellikle bilişsel davranışçı terapi (BDT) ve şema terapi devreye girer. Bu terapi yöntemleri, bireylerin duygusal tetikleyicilerini anlamalarına ve bu tetikleyicilerle sağlıklı başa çıkma mekanizmaları geliştirmelerine yardımcı olur.
Ancak sadece terapiyle sınırlı kalmayıp, günlük yaşamda da eleştirel bir bakış açısını benimsemek büyük önem taşır. Sosyal medyada karşımıza çıkan trendleri sorgulamak, bu trendlerin bizim için gerçekten anlamlı olup olmadığını değerlendirmek, bireylerin kendi ihtiyaçlarını daha iyi anlamalarını sağlar. “Herkes gidiyor, ben de gitmeliyim” fikrinden uzaklaşarak, “Benim gerçekten neye ihtiyacım var?” sorusunu sormak, bu farkındalık yolculuğunun kilit noktasıdır.
Bireylerin sosyal medya tarafından dayatılan yemek kültürüne kapılmadan, kendi damak zevklerini ve yeme alışkanlıklarını keşfetmeleri oldukça önemlidir. Unutmayın, yemek yalnızca bir ihtiyaç değil; aynı zamanda bir keyif, bir kültür ve bir deneyimdir.
Eğer hayattan keyif almak istiyorsanız, bu farkındalıklara ulaşmaya çalışmak, kendinize değer vermek ve değer katmak için çaba harcamalısınız. Telefon ve tableti bir kenara bırakıp (ve tabi mümkünse poponuzu kaldırıp), dışarıda bir yürüyüş yapmak bile bu sürecin başlangıcı için harika bir adımdır. Bu küçük değişiklikler, yalnızca yemekle olan ilişkinizi değil, genel yaşam kalitenizi de olumlu yönde etkileyebilir.
Sonuç: Hayatın Lezzetini Çıkarın
Yemek yeme alışkanlıklarımız, yalnızca bireysel tercihlerimizin değil; aynı zamanda toplumsal eğilimlerin ve duygusal tetikleyicilerin bir yansımasıdır. Bu nedenle, yemeğe olan yaklaşımımızın bizi ele geçirmesine izin vermemeliyiz. Yemek yeme davranışını, bir sosyal onay aracı ya da duygusal bir kaçış yöntemi olarak görmek yerine, bir kültürel zenginlik, bir keyif ve bir deneyim olarak değerlendirmeliyiz.
Burada asıl önemli olan, yemekle olan ilişkinizi sorgulamaktır: Gerçekten aç mısınız, yoksa sevgisizliğinizi mi bastırıyorsunuz? Hayatta gerçekten neyin peşindesiniz? Lezzetli bir şekilde fiziksel açlığınızı gidermek mi, yoksa duygusal boşluklarınızı doldurmaya çalışmak mı?
Cevap ne olursa olsun, farkındalık her şeyin başlangıcıdır. Yemek, yalnızca bir ihtiyaç değil; aynı zamanda hayatın lezzetini çıkarmanın bir yoludur. Ama bu yolculuk, kendinizi tanımaktan ve ihtiyaçlarınızı doğru anlamaktan geçer. O yüzden, hem damak zevkinize hem de ruhunuza iyi gelen seçimler yapmaya çalışın.
Kaynakça
- Ng, Christina C. ve Davis, Sarah S. (2013). Emotional Eating: A Review of the Literature. Clinical Psychology Review.
- Duygusal yiyiciliğin nedenleri ve etkileri üzerine kapsamlı bir inceleme.
- Adam, Tanja C. ve Epel, Elissa S. (2007). The Role of Stress in Eating Behavior and Food Cravings. Appetite.
- Stresin yeme alışkanlıkları üzerindeki etkilerini ele alan bilimsel bir çalışma.
- Symons, Michael. (2004). Gourmet or Gourmand? Understanding the Distinction. Gastronomica: The Journal of Critical Food Studies.
- Gurme ve gurman kavramlarının kökenleri ve aralarındaki farkları tartışan bir makale.
- Daubenmier, Jennifer S. ve ark. (2016). Mindful Eating as a Treatment for Binge Eating Disorder: A Systematic Review. Journal of Eating Disorders.
- Tıkınırcasına yeme bozukluğuna karşı farkındalık temelli yeme yöntemlerinin etkisini değerlendiren sistematik bir inceleme.
- Milor, Vedat. (2020). Hesap Lütfen.
• • Yemek kültürü ve gastronomi üzerine mizahi bir üslupla yazılmış, düşündürücü bir kitap.
“Aç mısınız yoksa sevgisiz misiniz?” için 4 yanıt
Sıkılmadan sonuna kadar okudum. Gayet sade, anlaşılır ve samimi bir anlatım olmuş. Başarıların ve makalelerin devamını dilerim kardeşim:)
Yorumun için teşekkür ederim kardeşim 🙂
Su gibi aktı yazınız.sanat terapileri hakkında ne düşünüyorsunuz onla ilgili de bir yazı bekleriz 🌞🙌
Yorumunuz için teşekkür ederim Ebru Hanım, sanat terapilerine gelecek haftalarda ele alacağım. Takipte kalın 🙂