Tarih, çoğu zaman kazananların yazdığı bir hikâyedir. Ancak kazanan kimdir? Tarım Devrimi ile birlikte insanlık daha düzenli, daha üretken ve daha “medenî” bir hayata geçti denir. Yuval Noah Harari ise Sapiens kitabında bu anlatıya karşı çıkar: Tarım Devrimi, bir ilerleme değil, insanlık için bir tuzaktı. Daha çok çalıştık, daha az özgürdük, daha hasta ve daha yorgunduk. Harari’nin bu “büyük aldatmaca” tespiti bugün kulağa fazla dramatik gelebilir ama modern şehir hayatına baktığımızda bu sözler neredeyse kehanet gibi yankılanıyor.
Bugün buğday tarlalarının yerini ekranlarımızda ışıltılı hayatlar paylaşan influencer’lar aldı. Eskiden toprağın kölesiydik, şimdi de algoritmaların ve trendlerin. İnsanlar AVM’lerde, brunch mekanlarında, partilerde koştur koştur bir şeylere yetişmeye çalışıyor; ama aslında en çok kendilerinden uzaklaşıyor. Sanki hayatı yaşamak değil, yaşadığını göstermek değerli artık.
İnsanlar günümüzde yediklerini, içtiklerini, gezdiklerini, yapmacık anlarını paylaşmaktan kaçınmıyor. Finalde konu mahremiyeti bile aşmış olabiliyor bazen. Günümüzde pek çok gencin hevesi bile çalışıp bir konuda yetkin bir uzman olmak yerine influencer olup kolay yoldan ünlü olmak, para kazanmak.
Tüketimin Yeni Tanrıları: AVM’ler, Influencerlar ve Takip Edilen Hayatlar
Bugünün insanı doğayla bağ kurmak yerine ekranla bağ kuruyor. Modern şehir hayatında “ne giydiğin” değil, “nerede giyip story attığın” önemli. AVM’ler artık alışveriş yerinden çok birer tapınağa dönüştü; influencerlar ise yeni nesil ruhani liderler gibi. Ne yiyeceğimiz, nerede kahve içeceğimiz, hangi müzeye gideceğimiz ya da ne zaman ara vermemiz gerektiği bile onların önerilerine göre şekilleniyor. Kendi bedenimizi bile onlar gibi şekillendirmeye çalışıyoruz.
İnsanlar belki hiç gitmeyecekleri ülkelerin kahvaltılarını tüketiyor, “keşfet”e düşmek için üç filtreden geçen yüzleriyle samimiyet arıyor. Ve tüm bunları “kendileri” gibi görünmek adına yapıyorlar. Oysa giderek aynılaşıyoruz. Aynı tabaklar, aynı kafeler, aynı pozlar. Modern hayat bir özgürlük hikâyesi değil, kopyala-yapıştır bir kaos artık.
Ve farkında olmadan hepimiz bir başka Harari gerçekliğine çekiliyoruz: Biz tarımı kontrol etmedik, buğday bizi şekillendirdi. Şimdi de biz sosyal medyayı yönettiğimizi sanıyoruz, oysa algoritmalar bizi yönlendiriyor. Story atmazsak sanki var olmamışız gibi. “Anı yaşamak” için önce kayıt tuşuna basmamız gerekiyor. Ne garip bir ironi.
Var Olmak İçin Satın Al: Fight Club’ın Gerçekleşen Kehaneti
“Sahip olduğun eşyalar, sonunda sana sahip olur.”
— Fight Club
David Fincher’ın kült klasiği Fight Club, ilk bakışta bir öfke, erkeklik ve anarşi hikâyesi gibi görünür. Ama biraz dikkatle izleyen herkes şunu fark eder: Asıl hikâye kimliğini tüketimle tanımlayan insanın çöküşüdür. Filmin isimsiz ana karakteri, IKEA kataloglarıyla döşediği bir evde yaşıyor ama kendisini hiç “yaşar” gibi hissetmiyor. Çünkü kendi kararlarını değil, sistemin ona sattığı hayatı yaşıyor.
Bugün de aynı döngüdeyiz. “Minimalist” yaşamak için alışveriş yapıyoruz. Doğal görünmek için filtre uyguluyoruz. Kendi ihtiyaçlarımızı değil, trendleri takip ediyoruz. Kendimize bir soru sormuyoruz: Ben gerçekten bunu istiyor muyum, yoksa bu bana ‘gösterildiği’ için mi istiyorum?
Giydiğimiz markalar, gittiğimiz konserler, tattığımız tabaklar kim olduğumuzu tanımlamaya başladı. Ve bu tanımların hiçbiri kendimize ait değil. Harari’nin dediği gibi “hayalî düzenlere” tapıyoruz. Bu düzenin adı artık “özgürlük” değil, “özgür gibi hissettirilmiş tüketici.”
Fight Club’daki Tyler Durden’in isyanı, bugünkü pasif agresif mutsuz şehir insanının çığlığı oldu:
“Sistemin bize dayattığı her şeye sahip olduk ama hâlâ eksik hissediyoruz.”
Gerçek Hayat Nerede Başlıyor? Wi-Fi Yoksa mı Başlıyor?
Sabah uyanır uyanmaz elimiz telefona gidiyor. Kahvaltı yapmadan önce bildirimlere, mesajlara ve algoritmaların önümüze serdiği sonsuz içeriğe göz atıyoruz. Hâlâ gözümüz mahmurken ilk uyarıyı alıyoruz: “Bir şeyler kaçırıyor olabilirsin.” Oysa neyi kaçırıyoruz? Gerçekten yaşanması gereken bir hayatı mı, yoksa bize yaşanması gerektiği gösterilen bir hayatı mı?
Doğadan kopuş, Harari’nin tarif ettiği gibi, sadece tarımla başlamadı; bugün ekranla tamamlandı. Artık doğa, organik bir ihtiyaç değil; arada bir “detox kampı” temalı hafta sonlarına sığdırılan bir dekor. Sessizlik ise huzur değil, korkulması gereken bir boşluk gibi. Çünkü sessizlikte yüzleşiyoruz. Kendi iç sesimizle, gerçek ihtiyaçlarımızla, bastırdığımız yorgunlukla, yalnızlıkla…
Ama biz ne yapıyoruz? Bir etkinlik buluyoruz. Bir story paylaşıyoruz. “Yaşadık” diyebilmek için bir kanıt bırakıyoruz. O anı hissetmek yerine, başkalarının görmesini istiyoruz. Belki de gerçek hayat, o kanıta ihtiyaç duymadığımız yerde başlıyordur. Belki de “wifi çekmiyor” cümlesinin geçtiği yerler, ilk kez gerçekten nefes alabildiğimiz yerlerdir.
Fight Club’da olduğu gibi kimliklerimizi yeniden tanımlamak mümkün. Sistemin dışına çıkmadan sisteme direnmek mümkün değil belki ama sistemin bizi nasıl tanımladığını fark ettiğimiz anda, o zincirin ilk halkası çatlıyor.
Evcilleştirilmiş İnsanlıktan Kurtulmak Mümkün mü?
İnsanlık tarihinin kırılma anı olarak görülen Tarım Devrimi, Harari’ye göre bir “evcilleştirme operasyonuydu.” İnsan toprağı kontrol ettiğini sanarken, aslında toprağın ihtiyaçlarına göre yaşayan bir tür hâline geldi. Aynı durum bugün de geçerli. Şehirli yaşamın ışıklı tabelaları, influencerların hayat taklitleri, AVM’lerdeki indirime girmiş anlamlar arasında kendi doğamızı unuttuk. Artık ne istediğimizi bilmiyoruz; yalnızca gösterilenleri arzuluyoruz.
Oysa insan, doğası gereği hissedebilen, sorgulayabilen ve seçebilen bir varlık. Bu kabiliyetlerini yeniden hatırladığı anda, döngü kırılabilir. Ama bunun için önce şunu fark etmesi gerekiyor: Modern dünya, seçim yapma özgürlüğü sunmaz. Sana seçenek sunar, sonra onların arasından “özgürce” seçim yaptığını hissettirir.
Harari’nin sözünü ettiği “aldatmaca”, sadece geçmişe ait değil; hâlâ devam ediyor. Ve Fight Club’daki Tyler Durden’in öfkesinde saklı olan gerçek hâlâ güncel:
“Kendini işinle tanımlama. Sahip olduğun arabayla ya da banka hesabınla da değil. Sen tükettiğin şeyler değilsin.”
Bu yazı bir çözüm reçetesi değil. Ama bir farkındalık çağrısı olabilir. Belki bir sonraki hafta sonu, sadece kendin için bir şey yaparsın. Sırf paylaşmak zorunda olmadığın için değerli olan bir an yaşarsın. O an belki küçük, belki sessiz olur. Ama sahici olur.
Ve belki de o an, gerçek hayatın başladığı yerdir.
Kaynakça
1. Harari, Yuval Noah. Sapiens: A Brief History of Humankind. Harper, 2015.
2. Bauman, Zygmunt. Tüketim Toplumu. Ayrıntı Yayınları, 2017.
3. Han, Byung-Chul. Yorgunluk Toplumu. Sel Yayıncılık, 2019.
4. Kasser, Tim. The High Price of Materialism. MIT Press, 2002.
5. University of Oxford – School of Anthropology & Museum Ethnography.
“Escaping the Algorithm: Identity Formation in the Age of Influencer Culture.”
Journal of Consumer Culture, 2021.
6. University of Amsterdam – Faculty of Social and Behavioural Sciences.
“Consumerism as the New Religion: Shopping, Belonging, and Anxiety.”
International Journal of Cultural Studies, 2020.
7. University of California, Berkeley – Media Studies Department.
“Fight Club and the Crisis of Modern Masculinity.”
Media, Culture & Society, 2019.
8. University of Cambridge – Faculty of Philosophy.
“Freedom in a Market Society: The Illusion of Choice.”
Philosophy & Public Affairs, 2022.